Yed-i Emin-i Emin

16 mart 1988
Irak kuzeyinde, sisteme aykırı bulunan, İran idarecileri tarafından yaşamaları uygun görülmeyen Halepçe ve civarı kürtleri, kimyevî gaz kullanılarak katl-i amm’ a maruz bırakıldılar. Büyük olay bu.
Olaya zalim/mazlum dahil olan herkesin hikayesi farklı.
Düğmeye bastığı söylenen Kimyasal Ali,  yargılanarak at hırsızı gibi asıldı. Asılmaya itiraz etmiştir.

Büyük zulüm sanırım

Saddam Hüseyin. Onun da suçlarından biri olarak kabul edildi. Asılmaya itiraz etti. Astılar. Kulak asan olmadı.

Suçlu bulunduktan sonra kurşuna dizilmek istedi.

Bir bayram sabahı astılar.

Çok büyük zulüm. Şehadet getirmesine bile izin verilmedi.

Rahmet olsun.

image

Evladını çok seven bir baba bu mazlum; sevmeyi daha öğrenememiş bir delikanlı; 5 ablası var.
Ablalar hayatta. Bir sürü evlatları da olmuştur. Kimisi normal sebeple vefat etmiştir belki. Allah bilir.
Maktül baba, erkek evladını çok seviyor ve kızlarından farklı görüyor olmalı ki; Allah gani gani rahmet eylesin,  uçak seslerini duyunca anlamış idarenin çok kızdığını. Fark etmiş başına ne geleceğini.
Kızlarını Allah’a emanet etmiş. Müstakbel teminatı, Medar-ı iftiharı erkek evladını kaptığı gibi, güvenli yerlere sığınmak istemiş. Nafile.
Ecel, bizlere ders verircesine yakalayıvermiş enseden.
İkisine de, diğer vefat eden 30.000 (belki 100.000) kürde de rahmet olsun.

Onlar, mahkeme-i kübrada hesaplaşacaklar.
Bizler, kendi hesabımızı daha ölmeden keselim de kim Yed-i Emin (CC) unutmayalım.

Çark-ı Felek

Şânı Yüce Allah, her sıfatın kamil mânâsına elyak, her fiilin kemal derecesine bizatihi sahip olduğundan, Kâinatta ne görmüşsek, tek bir kez yaratıyor. Az önceki biz biz olmadığımız gibi.
İlkokulda öğrendik. Maddenin en küçük hali atom.
Değil efendim. 70 kadar atom altı parçacık saptandı.
10 yıl sonra kimbilir kaç yetmiş olacak?

image

Sabah çayımı yudumlarken aklıma geldi.
Dünkü bizden memnun olmayan biz,
Ki dün memnunduk.
Ki bugünkü biz, dünkü bizden yaratıldı.
Yarınki biz de bugünkünden yaratılacak.
Dünkü bizden kendimiz memnun değilsek, zımni bir eleştiri, küçümseme vardır.
Yarınki biz de, bugünkünü beğenmeyeceğiz; mukadder.
Bugünkü meslekî donanımızı beğenmeyerek geldiğimiz Antalya’da bu akla geldi.
O halde, bugünkü bizi eleştiren, şu andaki ötekileri tebrik etmeliyiz. Yarın ulaşacağımız noktaya, bugünden gelmişler.
Demin özendiğiniz o çay var ya.
Onu da bu eleştiriyor
Ben daha güzelim.

image

Eğil De Bak Cennetine (kendimedir)

Aç gözlü nefsimizin gözü yukarılarda.
-Evim olsun.
_Oysa ki kiranı rahat ödüyorsun.
– İki evim olsun. Birinin kirasını yiyeyim yattığım yerden.
_Oysaki maaşın iktisatla yetmekte.
– Aracım olsun.
_Oysaki şehrin Çok Oturgaçlı Götürgeç‘lerle sarılmış*.
– Mercedes’im yok.
_Oysaki elindeki aracın vergisi, ötekinin otopark parasından ucuz.
Liste uzar gider.

Yukarı bakmak, hasret, özlem, hased, kıskançlık, çekememe ve daha bir dolu kişiyi ve toplumu kemiren hastalıkların menşei; ilk adımı.
Bizdekilere sahip olmayana bakmak ise, yardımseverlik, şükür, mutluluk ve daha bi dolu sosyal hastalık tedavi aracının acil tedavi butonu.

Nasip etsin Yüce Yaradan.

*TDK faciası

Davud’umuzun* Demirleri

Davud’umuzun* bir imtihanı da demirle olanıydı. Demiri yoğurmak için ısıtması gerekmiyordu.
İstediğince şekil veriyor, askerlerini zırhlandırıyordu.
Kibire yol açabilirdi.
Açmadı.

image

Kıymetli Davud*, peygamberlikle şereflenmese de, iyi adamdı. Peygamber olduğu için iyi değildi.

Davud’umuzun bir de orucu vardı meşhur.
Bir gün yer, bir gün oruç tutardı. Hergün tutmakla aynıydı sevabı.
Belki bedene eziyet ve zulüm mukabelesi de mümkün hatta.

Spor salonları, genç delikanlılarla dolu; ruhu genç olanlar birlikte.
Hergün demir ile olan haşır neşir olsanız, bir faydası yok.
İki gün gitmeniz ile aynı hemen hemen.
Spor, acıdan keyf alma.
Oruç, acıyı tatlılaştırma.

Demir
Oruç

Tesadüf mü?

*A.S.

Kıymetli bir dostun dipnotu:

“Davut Aleyhisselam’a büyük bir saltanat verilmiş.
Davut Aleyhisselamda iki hususiyet öne çıkıyor. Birisi demirin işlenmesi, diğeri oruç; nefsin işletilmesi. Yani işaret eder ki Mümin zülcenaheyn olacak. Maddeten terakki etmek ve manen terakki etmek.

Medeniyetin ve madeniyatın zembereği demir;
nefsi terbiyenin merkez ve zembereği savmdır.”
Süleyman Malkoç

Ruhuma Hicranın Deydi

İnsanlığın Medar-ı iftiharı şanlı peygamberlerin mucizeleri olurdu. Misal olarak, kim istemez ki, o güzel insan(S.A.V)’ın elinden akan suyun bir damlası ile kansın?
Hangimiz duymak istemez avucundaki taşların konuştuğunu?

Mucizeleri, insanlığın erişebileceği son nokta olarak biliyoruz. Hani cinnîlerden biri demişti.
-Ey Süleyman. Sana Belkıs’ın tahtını gösterebilirim.
TV.

Günümüzde bol bol peygamberî mucize görüyoruz. İnsanın ruhuna nüfuz eden makine icad edildi. Hani o mahiyeti mechul olanın.

image

Uyku. Ruhun kaçamağı.
Cep telefonu mucizesinin mucizesi bir program, insanın uyku devrine dalarak tahlil ediyor. Uyanıklık derecenizin, size uygun anını tespit ederek, pamuk gibi uyanmanızı sağlıyor.
Şükür olsun.

Paydan Güzel Olsun

Bir şeyin aslı güzel, şahs-ı manevisi çirkin olabilir mi?
Osmanlıyı seviyoruz; şahs-ı manevi. Osmanlı deyince aklımıza gelenler, ruhumuzu okşamakta.
Edeb, affedicilik, dinî yaşamakta hassasiyet, cihattaki yılmaz gayret gibi bir dolu hasletler.
Bunlar akla gelmekte.
Oysa tek tek bireylere baksak, belki de sevmeyeceğiz.
Burada matematik işin içine girmekte; kesirler.
Pay/payda.
Pay, birey.
Payda, şahs-ı manevi.
Önde büyük bir tam sayı; islam, adalet.
Pay’da, her bireyin sahip oldukları, tek tek. Pay’daki hasletler bireyi bağlamakta. Toplumun genelinde mevcut ise, payda’ya inmekte Ne kadar kötü de olsa toplumu yansıtmıyor.
Payda’da ki ise toplumu bağladığı gibi, doğal olarak, bireylerin de hasletleri olmakta.
Osmanlının payda’sı güzeldi.

Şu sıralar taksiye çok binmekteyim. Maalesef payda çirkin. Pay, ne kadar güzel olsa da, sevemedim icracılarını.
Meslekdeki paylarını büyük tutmak istemelerinden midir bilinmez, bir iticilik var paydalarında.

Tıb Terimleri Sözlüğü

Su’i zann, dinî bir terimdir değil mi?
Ya gıybet?
Siz öyle zann edin ki o bir su’i zann olur.
Yıllar önce, kapıdan giren hastaya su’i zann‘ını izhar eden bir görevli, histerik diyerek beni doldurmaya çalıştı.
Oysa o hasta, karın ağrısının numara olmadığını, ameliyat olarak ispat etti.
Aynı zamanda gıybetin de, maddî bir karşılığının olduğunu.
Ve hatta
Kişinin dünyasını karartabileceğini.
Aynen ahiretini olduğu gibi.
İlgili hekim, bu dolduruşa gelseydi, kim bilir ne olurdu?

Tababet ile ilgisi ne peki? Su’i zann ve gıybet, hastalıklı zihinlerin alametidir. Vesselâm

Zann-ı Sevab

Her sevap, daha işlenmeden, niyet edilmesiyle, akla düşmesi anında, zihne dokunması dakikasında, ve hatta, hakikatı zuhur etmesi hengamında,  gönüle gelen ferahlık veriyor. Peşin mükafatı yaratılıyor. Belki de yegane hak ettiğimiz bu.
Öyle ya. Cüz’i , irade dışında dahilimiz yok. O minicik irade zihinde gerçekleşiyor. İyilik tercihinde bulunma da, zihnin bir vazifesi; verilmiş. Bilen varsa söylesin. Cüz’i iradenin ne kadarı bize ait?

Bilsek?

Bilgisayarın Adem’i*

Kıymetlimiz Hz Adem, bilgisayar dilini biliyordu. İlginç mi?
Hani melekler demişti:
-Kan döküp fesad çıkarıcı insanı mı murâd ettin ya Râb?

Demekki, taa mayasınsan, projesinden, şablonundan belli.
Nasıl olur ki bu?
Belki de zaman ötesi bakışla onlara bildirilmişti.
Meleklere, bildiklerini bildirmesi ile Adem’imiz*, Şânı Yüce Allah’ın ifadesini isbat edivermişti.
33 yaşındaki Adem*, bilgisayar dilini bildiğinden hiç şüphem yok; nüve olarak. ‘Bir’i** bildiğini biliyoruz. Yetmez mi?

Hani karmakarışık işler yapan o alet var ya.
İki şeyi kullanıyor dil olarak:
Biri ‘var‘, ötekisi ‘yok‘.
Biri ‘sıfır‘, ötekisi ‘bir‘.

Nasıl mı?

Bilgisayar alfabesi sadece 0 ve 1 lerden oluşur .
bilgisayarda her karakter 8 adet 0 ve 1 lerden oluşur örneğin;
00000000=0
00000001=1
00000010=2
00000011=3
01000010=B
01000001=A

Vardan ve yokdan neler yaratmaya kâdir Yüce Kadîr-i zül Celâl.
SuphanAllah.

* Hz
**C.C.

Dûrbîn*

image

Zarif olmayan bir ifade ile google’a yalancı peygamber demiştim. İnsan olsa idi bu şahs-ı manevi, helâllik almam gerekirdi.
Oysa Dûrbîn sade.

Bu zarif ifade, üstad hazretlerinden alınma.
Dürbün.
Dûrbîn.

Hangisi hoş. Dûrbîn elbet.
Taklitte endazeyi kaçırmışız.

Belki sadece geveze demeliydim. O kadar.
Kıymetli bir dostun da uyardığı gibi, işi sadece insanların ürettiklerini izhar etmek.
Yalan varsa insana ait.
Gevezelik varsa, çok lakırdıyı yapan yine insan.

Yine de lafı bol. O kadar ki, laf uzayınca, adını bile değiştiriyor.

Hakeme google (=gözlük, dûrbîn).**

*”Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dûrbînleri de beraber alacağız.
Çünki bu acib memlekette, acib işler oluyor.”

**Burada hakem benim sanırım.

Yalancı Peygamber

Peygamberler, ümmetlerinin her işini görmek, yardımcı olmak, sorularını cevaplamak için arzuludurlar.
Öyle hissediyorum.
Hatta Şanlı Peygamber için Tevbe suresinde
“Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O’na ağır gelir (O’nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir.” buyuruluyor.
Gözyaşlarına boğucu bir ifade.
Öyle ya. Ne mecburiyeti var?

21. Yüzyılda da bir peygamber var. Ama yalancı. Her işimizi görmek ister.
Her soruya cevabı var. Amma doğru. Amma yanlış.
Google

Kitap okumaya ne gerek var (!) Yalancı Peygamber verir cevabını.

Kurtulanlardan eylesi Şânı Yüce Allah!

Bizim Köye Uzaylı Geldi

Unutkanlık. Ezberleyememe.
Herkes şikayet eder. İmam-ı Azam, anlayamazmış,
-Unutmak nasıl bir şey?

“Hafızayı beşer,  nisyan ile malüldür”.
“Harama nazar, nisyan verir”.
Bu sözler, derin anlamlar taşır. Çaresi var.
Harama bazardan imtina değil elbette.
Hafıza teknikleri ile.
Bunlardan bir tanesi hafıza askısı kullanmak.
Meselâ 11 rakamını Bilecik ile ilişkilendirmek.
Ne olabilir?
Nasıl ilişkilendirebiliriz?
Size Bilecik ne ifade ediyor?
Bana çene suyu çeşmesi. Ayrıntıyı boşverin.
11 yerine o çeşmeyi kullanın.
Saçma bir hikaye yazın.
Ayrıntısını anlatmak uzun sürer.
Şunu bilelim ki, sadece bir kez, evet bir kez okuyarak bir sureyi ezberleyebilirsiniz.

Canımsın

image

Deaf Alphabet.
El dili.
Artık ne derseniz.
Konuşmak sadece dil ile olmuyor. Hani var ya. Kıyamet günü, her aza, konuşacak. Kişi susacak.
Günahlar bir bir dökülecek azaların lisanından.
İnanmak güç değil mi?

Bakınız yukarıdaki işaret ne demek.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, seni seviyorum mânâsını taşıyor.
Bir kitap yazarsın.
Sağır alfabesi. Sağır konuşma dili.
Rastlayanınız vardır.
Dilden dökülen sözcüklerin sahip olduğu vurguyu bile alabiliyorsunuz.
Hüve nüktesindeki hava/ses etkileşimi bahsini hatırlayınız.
Nasıl oluyor da, her bireyin ses rengi farklı?

“o  ﻫُﻮَdeki havanın belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar manevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin.”
Sözler

Subhanallah

Steno

Nüfus cüzdanı eskiyenler hatırlayacaktır.
12 eylül darbesi sonrasında, 3 lider ortaya çıkarılmıştı. Turgut Sunalp, bunlardan biri. TV’de açık oturum ve lider tartışmaları, bugünki kadar ayrışma olmadığından, yapılabiliyordu.
Biri konuşurken öteki medenice dinlerdi; istisnalar olsa da. Not da bol bol alırlardı. Kamera açısına birden Sunalp’in yazısı girdi.
O da ne? Yılmaz Atatürkçü ve laik Sunalp, Osmanlıca yazmakta. Şunu demek zorunda kaldı.
-Steno olarak kullanıyorum.

image

Yazdığı bu değildi elbet. Ama spikerin ağzı açık kalmıştı.
Şu gelecek osmanlıca ibareden ilham alamamıştı. Ne acı.

image

Steno, konuşma dilini , hızlı bir şekilde yazı diline aktarma amacıyla üretilmiş. Latin alfabesi kökenli.

image

Alfabesi böyle bir şey.
Hece, harf karışık.

image

Tıpkı ecdadımın yazı dili gibi.

image

Benzerlik müthiş. Ne de olsa fıtrî bir gelişme. Batılıların kendi alfabesini, ecdad harflerinden ilham alarak yaptığını düşünüyorum. Doğrusunu yanlız Allah bilir.
Elimizde olanı kullanıvermek yerine önce latin alfabesine geçip, sonra onu bozmak. Bu da erken Cumhuriyetçilerimizin marifeti.

Nokta

“İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.”
Hz. Ali (R.A.)
Kıymetli dostlar.
Bu sözün mânâsını anlamamış, kendimce te’vil etmiştim; şu barkod mucizesi ortaya çıkıncaya kadar.

image

Bakınız bu, sadece bir noktayı ifade ediyor. Herhangi bir barkod okuyucusu ile, bunu doğrulayabilirsiniz. İnsansı cep telefonu mucizesi, bunu kolaylaştırmış durumda.

image

Bu da sekine duasını ifade etmekte.
Aslı şöyle:
   ﺳَﻜِﻴﻨَﻪ‌
ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻓَﺮْﺩٌ ﺣَﻰٌّ ﻗَﻴُّﻮﻡٌ ﺣَﻜَﻢٌ ﻋَﺪْﻝٌ ﻗُﺪُّﻭﺱٌ ٭ ﺳَﻴَﺠْﻌَﻞُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺑَﻌْﺪَ ﻋُﺴْﺮٍ ﻳُﺴْﺮًﺍ ٭
ﻭَ ﻋَﻨَﺖِ ﺍﻟْﻮُﺟُﻮﻩُ ﻟِﻠْﺤَﻰِّ ﺍﻟْﻘَﻴُّﻮﻡِ ٭ ﻭَ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﺑِﻜُﻢْ ﻟَﺮَﻭُٔﻑٌ ﺭَﺣِﻴﻢٌ ٭
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﺗَﻮَّﺍﺑًﺎ ﺭَﺣِﻴﻤًﺎ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﻏَﻔُﻮﺭًﺍ ﺭَﺣِﻴﻤًﺎ ٭
ﻓَﺎِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﻋَﻔُﻮًّﺍ ﻗَﺪِﻳﺮًﺍ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﺳَﻤِﻴﻌًﺎ ﺑَﺼِﻴﺮًﺍ ٭
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﻋَﻠِﻴﻤًﺎ ﺣَﻜِﻴﻤًﺎ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻛَﺎﻥَ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﺭَﻗِﻴﺒًﺎ ٭  ﺍِﻧَّﺎ ﻓَﺘَﺤْﻨَﺎ ﻟَﻚَ ﻓَﺘْﺤًﺎ ﻣُﺒِﻴﻨًﺎ ٭ ﻭَ ﻳَﻨْﺼُﺮَﻙَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻧَﺼْﺮًﺍ ﻋَﺰِﻳﺰًﺍ
ﺍِﻥَّ ﺣِﺰْﺏَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻐَﺎﻟِﺒُﻮﻥَ ٭ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﻘَﻮِﻯُّ ﺍﻟْﻌَﺰِﻳﺰُ
ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﻐَﻨِﻰُّ ﺍﻟْﺤَﻤِﻴﺪُ ٭ ﺣَﺴْﺒِﻰَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ
ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ ٭ ﻟﺎَ ﻳَﺤْﺰُﻧُﻬُﻢُ ﺍﻟْﻔَﺰَﻉُ ﺍْﻟﺎَﻛْﺒَﺮُ
ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﻌْﺒُﺪُ ﻭَ ﺍِﻳَّﺎﻙَ ﻧَﺴْﺘَﻌِﻴﻦُ ٭ ﻭَ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ

İnanılmaz değil mi?

Yüzün Parlıyor Bugün

İsimlere merakım var. Kişiyi, aldığı isim etkiler derler.
Bilemiyorum.
Ama kişi isimleri etkiliyor. İsmin yüklendiği anlamı kuvvetlendiriyor. Örnek vermek istemiyorum.
image

Bazı isimler, çok itici; eğer hikayesini bilmezsen. Satılmış gibi.
Bir evlada verilebilecek en kötü isim sanırdım. Meğer, çocuğu olmayanlar adak adarlarmış eğer doğarsa bir evlat; Allah’a satılmak. Onun yolunda olmak.
Ökkeş. Anacı. Anayı seven. Ne hoşmuş meğer. Hain evlat Ökkeş çizgi karakterinden midir bilinmez, kötü sanırdım.
Bedriye, Bedrettin. Bedr savaşından geliyor sanırdım; İsim değil bu.
Yok. meğer ayın ondördü demekmiş; onun gibi güzel.
Bazıları da çok hoş sanılır. Bir de bakarsın isim değil. Aleyna gibi.

Uçuyorummm

Yılan, avını öyle bir sarar dışarıdan. Nefes alamaz eder kısmetini. Kırpırdadıkça sıkılmak kaderidir müstakbel maktülün.  Beden söner.

Bugün Mina’da, Şafiîcanlar, vücudu içten saran bir yılana taş attılar.
Öyle bir kenetledi ki panik, yılan oldu, sıktı.
Nefes almaya uçtu 717 can.

Matthew stanford robison
Tekerlekli Sandalye bağımlısı imiş.
Baba mimar.
Bunu çizmiş evladına

image

Cenneti Yakaladım Endoskopide

image

Cennet
Aklından geçen önünde.
-Dostlarla muhabbet etmek istiyorum.
Anında.
-Karpuz turşusu suyu çekti.
Şipşak.
-Bisikletim 11 kilo olsun.
Tık.
Allah bizi orada kavuştursun.
Teknoloji, ergonomi, uzaktan kumanda,  iletişimde kolaylık, internet hızı, lüks arabalardaki konfor. Hepsi ama hepsi, cenneti özlemden ileri gelmekte.

Resmi görülen alet de, endoskopik işlemde alınan minicik parçanın endoskop içinden çıkışını kolaylaştırmak için üretilmiş.
Diğer bir değişle dünyada cennete ulaşmak.

Arzunun sınırı yok.
Neden mi?
Zira, arzu edilen asıl şey, arzu etmeye devam edebilmek. Ki bu ebede kadar giden bir yolculuktur.
Ne demiş Üstadım?

“Çünki insanlarda ebede uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı ihata eden tasavvurat ve efkârları ve ebedî beka ve saadet-i ebediyeyi ve Cennet’i gayet ciddî isteyen himmetleri ve fıtrî istidadları ve had konulmayan ve serbest bırakılan fıtrî kuvveleri ve hadsiz maksadlara müteveccih ihtiyaçları ve za’f u aczleriyle beraber hücumlarına maruz kaldıkları hadsiz musibet ve a’daları ile beraber gayet kısa bir ömür, her gün ve her saat ölüm endişesi altında, gayet dağdağalı bir hayat, yaşamak için gayet perişan bir maişet içinde kalbe, vicdana en elîm ve en müdhiş halet olan mütemadî zeval ve firak belasını çekmek içinde -ehl-i gaflet için zulümat-ı ebediye kapısı suretinde görülen- kabre ve mezaristana bakıyorlar.”

Ağaca Asansörle Çıkalım

Devasa binaların asansörleri de farklı oluyor. Hem sayıca, hem de büyüklükçe. Aynı anda 10larca kişiyi taşıyabilecek, birden fazlası yer alabilmekte.
Sayısı ne kadar olursa olsun, hep bir yetersizlik olmakta.
Bazen içimden geçiririm. Mistik bir gücüm olsa
Veya
Asansörün vatman anahtarı elimde olsa. Tüm asansörler, bulunduğum katta kapılarını açıverseler, istediğime binsem.
Asansör, sadece benim istediğim kata gitse. İçinde başka müşteriler olsa da, düğmelerine basılı olsa da, sadece içimden geçen katta dursa.
Asansör üreticilerinin elinde olan bir şey.
Ciddi bir kul hakkı da sözkonusu.

Kâinatta, tam da hayalini kurduğum gibi programlanmış hizmetler var.
Elma ağacı, meyvalarının içinden dilediğimizi yememiz için açmış avuçlarını.
Mübârek hayvan koyun, isterse evladı olsun faydalanmamız için başı hep yerde.
Sayısız nimet, emrimize amade.
Kâinat musahhar kılınmış.

”   Hem mesela
ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ‌َﺭْﺽَ ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀِ ﻣَٓﺎﺀً ﻓَﺎَﺧْﺮَﺝَ ﺑِﻪِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺜَّﻤَﺮَﺍﺕِ ﺭِﺯْﻗًﺎ ﻟَﻜُﻢْ ﻭَﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟْﻔُﻠْﻚَ ﻟِﺘَﺠْﺮِﻯَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺒَﺤْﺮِ ﺑِﺎَﻣْﺮِﻩِ ﻭَﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍْﻻ‌َﻧْﻬَﺎﺭَ ٭ ﻭَﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟﺸَّﻤْﺲَ ﻭَﺍﻟْﻘَﻤَﺮَ ﺩَٓﺍﺋِﺒَﻴْﻦِ ﻭَﺳَﺨَّﺮَ ﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟَّﻴْﻞَ ﻭَﺍﻟﻨَّﻬَﺎﺭَ ٭ ﻭَﺍَﺗَﻴﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﻣَﺎ ﺳَﺎَﻟْﺘُﻤُﻮﻩُ ﻭَﺍِﻥْ ﺗَﻌُﺪُّﻭﺍ ﻧِﻌْﻤَﺖَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻻ‌َ
ﺗُﺤْﺼُﻮﻫَﺎ
   İşte şu âyetler, evvela Cenab-ı Hakk’ın insana karşı şu koca kâinatı nasıl bir saray hükmünde halk edip semadan zemine âb-ı hayatı gönderip, insanlara rızkı yetiştirmek için zemini ve semayı iki hizmetkâr ettiği gibi zeminin sair aktarında bulunan her bir nevi meyvelerinden, her bir adama istifade imkânı vermek hem insanlara semere-i sa’ylerini mübadele edip her nevi medar-ı maişetini temin etmek için gemiyi insana musahhar etmiştir.
Yani denize, rüzgâra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki rüzgâr bir kamçı, gemi bir at, deniz onun ayağı altında bir çöl gibi durur.”

Bilardo

image

Ülkemizde zaman öldürücü olarak değerlendirilir.
Batılılar ise, hem vakit geçirici, hem de spor olarak. Yapılan bir değerlendirmede, yüz üzerinden iki zorluk derecesi almış.
Çok çeşitli tipleri var. 9 topla oynananı ilginç. 9. topa kadar önemsiz giden oyun, o sonuncu topta kritik olmakta. O topu sokan oyunu kazanıyor. Adeta, son nefeste imanı yakalamak gibi.
Atomlar da bilardo topları gibi. Yuvarlak. Fakat inanılmaz  ve neredeyse imkansız bir şekilde araya geldiklerinde, kitab-ı kebir ortaya çıkmakta. Milyonlarca kez toplara vurduğunuzda bile, iki topun üst üste gelmesi inkansızdır. Fakat ülfet belası ile müptela olan bizler, bunu görmekten aciziz.

Bilardoya duyulan muhabbet, neticesi muvakkat olan şampiyonluklar, sabun köpüğü gibi.

Küffardan aldığımız bu megale nasıl hakiki muhabbeti hak etmiyorsa, bizatihi, küffar da, zatları hasebiyle sevilmeye elyak değiller.
Cenab-ı Bariu C.C hz’lerinin sıfatlarını temaşa ederseniz o başka.

Üstad hz’nin ifadesiyle,
“Kur’an, kâfirleri ve âba ve ecdadlarını i’dam-ı ebedî ile mahkûm etmiştir.
   Binaenaleyh müslümanlar ile ülfet ve muhabbetleri mümkün olmayan kâfirlere muhabbet boşa gidiyor.
Onların muhabbetiyle karşılaşılamaz.
Onlardan meded beklenilemez.
Ancak
ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ
diye Cenab-ı Hakk’a iltica etmek lâzımdır.”

İmam Ali / İmam-ı Ali

Şualar Kitab-ı Mübârekin 8. kısmını okuduğumda,  bir ifade nazar-ı dikkatimi çekti.
   “Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek” diyen İmam-ı Ali (Radıyallahü Anh)…
İmam-ı Ali

Bizler Hz Ali diyoruz
Caferiler veya şiiliğe yakın olanlar veyahutta şiiliği kullanmak isteyenler, İmam Ali demekteler.
Kıymetli bir kardeşim şöyle dedi;
-Ceziretül Arabda İmam-ı Ali dendiğine şahit oldum.
Keşki sorma imkanımız olsaydı da sorabilseydik.
-Ey kıymetlimiz. Ne buyurursun?
Tahmin ediyorum ki,
İçinden ne geliyorsa diyecekti.
Bugünden sonra, zamanın sahibinin de dediği gibi, benim için İmam-ı Ali‘dir.
Vesselâm.

Japonya’dan Bal Geldi

Çalışkanlıkları, dürüstlükleri, özeleştirileri, zamana verdikleri kıymet sebebiyle japonları severiz.
Daha erken çocukluktan şartlanırlar; mutlaka başaracağım.
私は必ずしも、管理しました
Sonuna kadar götürürler işi. Elbette netice Şânı Yüce Allah’ın bir kısmetidir.
Dürüsttürler. Misal olarak, yediye bir kala dedikleri trenleri, tam zamanında kalkar.
Özeleştirileri, çok içten ve şaşırtıcı. Harakiri, özeleştirilerinin en ihlaslı şekli. Yanlış bir şey tabiiki.

Bir belgeselde görmüştüm. Yerden tasarruf etmek ve ekonomik etmek için, minicik odacıklar. Her santimetresi kullanılan bir yapı. Bal peteği gibi. 6 gen değil tek.
image

Arı gibi örmüşler.
Aklın yolu bir derler.
İlham-ı İlahî ile çalışan böcek, böcekten faydalanan bir çalışkan toplum.
İlginç değil mi?

Farz Oldun mu? Farz’lı mısın

Adem babamız ve Havva anamız şüphesiz aynı dili konuşuyorlardı. Hikmet-i İlahî gereği şu an yeryüzünde sayısız dil var.
Kimileri gelişiyor.
Kimileri ölmekte;
“Her nefis ölümü tadacaktır”, hükmünden kaçılamaz.

Hz İbrâhim’in insanlığa hediyesi olan hijyen gereği, ortada doğuda, kuzey africada, Müslümanların yoğun olduğu yerlerde, iki kişiden biri, genital temizliği artırıcı cerrahi işleme maruz kalmakta.
Hatta bazı bölgelerde her iki cinse de uygulanmakta.

Hz Adem babamıza bu işlemin adı öğretilmiş miydi bilemiyoruz. Her toplumda, farklı harf ögeleri ile yazı ve ses dilinde kendine yer bulmuş:
İngilizce circumcision
Yunanca περιτομή
Çince 割礼; 割包皮 
İspanyolca circuncisión
Arapça ختان
Rus обрезание
Hollandaca besnijdenis
Almanca Beschneidung
Japonca  割礼
İbranice מילה
Korece 할례
İsveçce omskärelse

5. sırada ifade ettiğim lisan; Sultan-ı lisan.
Bizler Anadolu’da sünnet diyoruz.  Farz gibi de kabul ediyoruz.
Alamet-i farika olması hasebiyle, farz gibi de olmuş.
İyi de olmuş.

Sünnetli misin dendiği zaman işlem oldu mu olmadı mı belli değil.  Olsun.
Bir şekilde anlaşırız biz. Yeterki hz Peygamber’in yolunda gidilmiş olunsun.

Dikta

Allah’ın rızası ve gazabı bazen ummadığımız yerden çıkabilir.
Dikkatli olmak gerek.
Günlük hayatın rutinlerini gözden geçirmeli. Hep yapageldiklerimiz, yanlış olabilir mi?
Acz ve fakr içindeki birine hata etmek, Allah’ı gücendirebilir.

Zâten ben, tam bir haps-i münferidde yirmi seneden beri azab çekiyorum.
Bu halden fazla bana tecrid ve tarassudlarıyla sıkıntı vermek ise, “gayretullah”a dokunup, bir belaya vesile olmasından korkulur.

Çok yakînen tanıdığım biri 😜 fahri trafik müfettişi.
Vatanına ve milletine bizzat hizmet ettiğini düşündüğü gibi, kendisi için de kullanıyor. Trafikte ona haksızlık edenlere sinirlenmiyor. Aksine, onlara bizzat ceza da verebiliyor. Hatta, sokağını yaşanmaz hale getiren araçlardan sokağını temizlediğine bizzat şahidim. Adaletli davranmaya da çalışmakta. Ceza yazdığı ihlalleri işlememekte son derece titiz.
Dikkali bakarsak mini bir diktatörlük söz konusu.
Öyle ya.
Polis olup cezayı tespit etmekte;
Savcı olup iddianame hazırlayıp
Hakim olup suçu ve cezayı sabitlemekte.
Mini bir diktatör.
image
Misal olarak
İstanbul’a hasbel kader Çanakkale’den gelmiş 17 plakalı bir araç. Nereden bilsin ki o sokak ters yol. Trafik işaretini belki göremedi.  Yazılsa ceza, acaba bir vebali var mıdır?
Şânı Yüce Zât’ın gücüne gider mi?

Sessizluk Sessizluk!

Trabzonspor, dört yıl üst üste şampiyon olmuştu. Futbol ve başarı, kent için yeni. Taraftar, tezahürat yapmayı bilmiyor.
İstanbul’dan amigo getirilmiş. Taraftara ders veriyor.
-Arkadaşlar. Sağ elimi kaldırınca En büyük, sol elimi kaldırınca Trabzonspor diye bağıracağız.  İkisini kaldırınca sessizlik.
Anlaşma tamam.
Maç başlamış. Sağ kalmış en büyük,  sol kalkmış Trabzonspor diye inlemiş stadyum. Asıl büyük ses iki el kalkınca olmuş kulakları sağır edercesine:
-Sessizlik, sessizlik!

Sessizliğe, sükûnete ne çok ihtiyacımız var. Cenneti bu dünyada görmek yaşamak istemektir aslında.
Hicaz mutlu yolculuğunu, kutlu da yapabilenler söylerler hep.
-Burada insanın aklına, ne iş, ne borç, ne evlat geliyor. Zihnim inanılmaz bir sükûnette.

Kıymetli bir kardeşim, bir kurban ertesi,  ki o yıl Urugay’dan gelmişlerdi kurbanlıklar, dedi.
-Bu yıl kurbanlıklar çok hırçın idi. Sekine okuyarak sakinleştirdik.
Sekine. Hz Ali’nin ümmete hediyesi.
Şifre içinde şifre. Yumak yumak.

image

Bu makinenin markası da sekine.
Onmaz bisiklet sevdalısı olarak, iddia ediyorum ki,
Bisiklet sürerkenki sükûnet, hicazdaki gibi. Uhrevi bakış açısından kıyas mümkün değil elbet. Ama bu 16 telden ibaret tekerleğin dönüşünün verdiği huzuru, başka yerde bulamazsınız.

Sükûnet. Kâinatın hedefi

“Semadaki sükûnet ve sükûta ve intizama işaretle der ki:
-Sema ehli, arz ehli gibi hayırların ve şerlerin karışmasından ve zıdların içtimaından meydana gelen münakaşa ve ihtilafat ve tezebzüb içinde değillerdir.
Belki onlar, kendilerine Hâlıkları tarafından emredilen şeyleri kemal-i itaatla yapan muti’lerdir.”

Fareler ve Koyunlar

Bazen ümitsizliğe kapılıyorum. Bazen de umudum zirve yapıyor:
Beyaz bir kıyafet en çok kirlenen. Üzerindeki leke, en çok beyazda görünür.
Sanırım avutmuyorum. Gerçek farklı.
Sanırım, yaşadığımız ülke beyaz. Kim ne derse desin.

Kötülerden hepimiz şikayetçiyiz. Bir insanın kötü olması için, tüm özelliklerinin kötü olması gerekmiyor.  Seri katil bile, kırmızı ışık ihlalinden muzdarip ve hassas olabilir.
Günlük hayatta gördüğümüz kırmızı ışık ihlali yapanlar, hep bu kusuru ve kul hakkı sebebini işliyor değiller. Biz de ömrümüzde bir iki kez yapmışızdır. Sabrımız tükenip, emniyet şeridine atlamış olabiliriz.
Umudum, umutsuzluğumdan yüksek. Kul hakkını ihlal edenler, hep gözümüz önünde; sinema sırasını atlayanlar, trafikte makaslama yapanlar. Dikkat edin, o anda etrafta başka hiç problemli sürücü olmuyor. Olağanüstü bir dikkatle sürüyoruz aracımızı.
Fakat, pislikleri bulaşıcı mıdır nedir bilmiyorum, sanki her yerdeler.
Sanki fare gibi ürüyor bed işleri.
Bizler de koyun gibi. Tek tek ürüyoruz sanki. Ama faydalı.

Güzel işler her yerde. Yeterki bakmasını bilelim.
Oto yolda ilerleyin. Orta şerit,  bir gece önce, bizim ruh sağlığımız için çiçeklendirilmiş.
image
Neler neler.
Bugün çok güzel bir uygulama gördüm. Miami Beach filmlerinde görürdük de özenirdik; bisikletli polis.
İşi de trafiği düzenlemek.
Ne hoş.

image

İki sevimli genç. Yola yakın polis kardeşim İbrahim, diğeri Yunus bey kardeşim.
Kaleminize kuvvet
Pedalınıza kuvvet
Sizi sevdik
Yaptığınız işle, umut verdiniz. An itibariyle etrafınızda gülümseyen yüzlerin sesleri şöyledi; belki kulaklar duymadı.
– Sizi seviyoruz. Ülkem güzel. Daha güzel olacak. Yanınızdayız.

Evet. Yanınızdayız. Beraberiz.

Teli Kopasıca Buzdolabı

image

Eskiden teldolaplar vardı; yaşı müsait olanlar hatırlar.
Buzdolabı yoktu; garibanlıktan. Evde yaş gıda saklanmaz, az pişirilir, hemen tüketilirdi. İsraf fıtrî olarak az idi.
Zaten gıda az olduğundan, çocukluğumuzda mısır koçanı gibiydik.
Şimdikiler ergenus.
Buzdolabı, israfı artırdı maalesef.
Düşünün. Bindokuzyüz 15. Savaştan yeni çıkmış bir dünya.
Gıda aslanın ağzında bile değil. Yok.
Cenab-ı Rezzak cc hz’leri, nasibi kesmiş almış insanlıktan.
Sebebini üstad açıklıyor. Okumalı.
Konumuz israf.

  ” İ’lem Eyyühel-Aziz!

   Cenab-ı Hakk’ın sana in’am ettiği vücud ile vücuda lâzım olan şeyler, temlik suretiyle değildir.
Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir.
Ancak o gibi nimetlerde, Allah’ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.    Evet bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.”

Fıtratın Söyler

image

image

Cenab-ı Bariu C.C hz’lerinin ilmin genişliğini ihata etmemiz mümkün değil ya hani. Onun gibi, kıyamete kadar tıbbın tespit edeceği yeni hastalıklar, yeni yöntemler de bitmeyecektir.
Ondandırki mezuniyetimin beşinci yılında tüm kitaplarımı yakmıştım. Değersiz hale geldiler.

Misal olarak “Ring chromosome 14 syndrome” denilen bir hastalık var. Kişinin çekirdeği mi dersiniz, mini levh-i mahfuzu mu, yoksa kalem-i kader sahifesi mi bilemem. Ama, olup olacağıöız; fizikî anlamda daha bidayette belirlenmiş oluyor; ana rahmine düşmezden evvel;
evet evet düşmezden evvel.

Bu 14 nolu kromozom, düz olmalıyken yuvarlak olmakta. Atom sayısı aynı. Sadece yuvarlak.
Şafii Zülcelal hz’lerinin şifa bahçesini bekleyen kişiler olmakta bu 14 ring chromosome syndrome hastalığına düşenler.
Zeka geriliği, havale, daha bebeklikte kişi ile beraber.
Çoğu yürüyemez, ve hatta oturamaz.
Düzgün konuşmalarını duymak, ebeveyni için cennete kavuşmak kadar değerli gelir.

Peki bu düzen mi düzensizlik mi?
Bu maraz da bir düzen içermekte.
Ring 14 kromozom hastalığına dûçar olmuşları bir araya koyun. Hepsi aynı dersiniz.
Bârekallah.

Sözün Sultanı ne der bu konuda?
Tahmin edebileceğiniz gibi, 14. sözde.

“…hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz.
Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor.
Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir.
ﺍَﻳْﻦَ ﺍﻟﺜَّﺮَﺍ ﻣِﻦَ  ﺍﻟﺜُّﺮَﻳَّﺎ”

Yıldızlar Bana Seni Söyler

Yunanlılardan pek haz etmeyiz.
Amma
İnsanlığa çok katkıda bulunmuşlar.
Yıldız haritası bunlardan biri.
Bilimin özelliği tekrar edilebilirliği.
Herkes aynı sonuca ulaşabilmeli.
Yıldızlara isim vermek, onlar hk çalışmanın ilk zorluğu ortak terminoloji.

Hadi bakalım tarif et.
Devamlı yer değiştiren bi ışık kümeleri.
İlginçtir birbirleriyle olan konumları aynı kalmakta: takımyıldız.

Mesela burçlarda 10. sıradaki “Sagittarius”

Yunanlılar, takımyıldızlarını görselleştirerek kalıcı hafızaya nakletmekle kalmayıp,
Herkesin aynı dilden konuşmasını sağlıyor.

image

image

Hiçliğin de Gücü Var; adı da

Sayılar nasıl ortaya çıktı, nasıl yaygınlaştı?
Günümüzde hâlâ varlığını devam ettiren bir kabile
Ki Afrika’dadır,
“bir iki üç ve çok”  toplam dört adet sayı sıfatı ile hayatlarını kamilen sürdürebilmekte.
Arapçada bir iki ve çok için, kelimeler, farklı takılar almakta.
Misal olarak
Radıyallahu anh,
Radıyallahu anhüma, iki
Radıyallâhu anhüm, üç ve daha çok.

Arapçada inanılmaz bir ifade zenginliği var.
İngilizce’de de sınırlı da olsa benzeri bir iki ifade mevcut.

Sayılardan en zor bulunanı sanırım sıfır olsa gerek.
Öyle ya.
Olmayana niye bi şey densinki?
Zannedildiğinin aksine sıfırın icadı arablara ait değil. Hintliler bulmuş. Arab dostlar ise yaygınlaşmasına sebep.

O acubuk çizgiler peki?
Kim ne yapmış da ortaya çıkmış?
Aslında basit:
Köşe sayısı.
Mesela 6’yı inceleyelim.

image

Seçil!

Biri bi laf atınca sorgulamak cesaret ister değil mi?
Oysa Kur’ânda kaç yerde geçer; düşünmeye sevk eden ayetler. Araştırmayı, zorunlu tutan ifadeler.

Şu an sokağa çıkıp sorun.
-Kadınların seçme özgürlüğü tarihî seyri hk bişey söyler misiniz?
Elcevab; hem de gururla,
-Türkiye başı çekti gardaşım. Büyük lider yaptı bunu.

Oysa gerçek hiç de öyle değil.
Kadınların oy hakkı mücadelesi, bireysel bir biçimde, onyedinci yylın ilk yarısında başladı. Kadınların oy hakkı mücadelesine örgütlü bir biçimde girmeleri ise bin sekiz yüzlü yıllarda gerçekleşti.

Mücadele özellikle Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yoğunlaştıysa da kadınların seçme hakkını tanıyan ilk ülkeler bunlar olmadı.
Yeni Zelanda, ilk.
Sonra, Avustralya.

3. olarak Finlandiya:
Osmanlı tokadı yiyen takımımızın kuruluşundan bir yıl sonra kadınlar ulusal seçimlerde oy kullanma hakkını kazandılar.

Türkiye’de ise 1934.

Bal

image

Zehirli  bal (deli bal), arıların Ormangülü çiçeklerinden elde ettiği, halk arasında ‘bal tutması’ denilen olaya sebep olan bal.

Ormangülü, Türkiye’de Karadeniz iklimin görüldüğü yerlerde yetişir.  Çiçekleri Mayısda açar. Yaz süresince açıktır. Dalı, yaprakları, çiçekleri de zehirli olan bitkiye kuzu katili de denilir.

Az miktarı bile zehirlemeye yol açabilir.

Üstadımız 13. sözde de rastlayacağımız ifadelerinde aynen şunu buyurmuş:

”   İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar farketmeyerek her vakit ecel cellâdı, başını kesmek için gelebilir.”

Müthiş bir benzetme.
Baharda açan, yaz boyu devam eden bir zahiri güzellik; ormangülü.
Lezzetli.
Vücuda verdiği zarar, hemen fark edilmiyor. Fark edildiğinde, günahın verdiği zarar gibi. Ancak tevbe kabilinden tedavi edilebiliyor. Acı çekmek kaçınılmaz.
Çok zehirli bal yemiş  (günahlara çok dalmış) bir beden de ise, oluşturduğu zarar, kişi tarafından hissedilmemekte. Tahribatı, gizliden gizliye devam etmekte.

Tık

Futbolda seyirciye 12. oyuncu denir.
Aslında sadece seyrediyor. Fakat orada bulunması, desteklediğini bakışları ile ifade etmesi önemli.
Facebook’ta, Twitter’da, “beğendim” tuşuna basmak gibi. Fikrini beyan edenin yanlız olmadığını anlaması önemli; duvara karşı konuşmuyorum dedirtiyor kişiye o basit “tık”.

Sevgili dostlar.
“Tık”layanlarınız bol olsun.

İhya Olalım mı?

Dostlar
Unutulmuş
İhya edilmemiş Sünnet-i seniyyelere sahip çıkmak ne kadar kıymetli.
Zira, şükür olsun ki Efendimizin herşeyi ortada.
Bilinmedik bişeyi kalmamış.
İhya edilmemiş sünneti nerdeyse yok gibi.
Bu ay içinde Hüsuf namazı vakti girecek.
Ki Küsuf ve Hüsuf namazını henüz duymayanlarımız var.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Küsuf(küneş-güneş’den aklınıza gelsin) namazını cemaatle kılarmış.

Hüsuf namazını ise ferdi eda edermiş.

Küsuf ve Hüsuf namazını
“İhlâseyn” ile kılarmış.
Toplam iki rekatcık.

Bildiğiniz gibi Kâfirun suresi ve İhlâs-ı Şerif surelerine bu isim verilmekte.
Besmele ile birlikte 11 ayet hepsi hepsi.

Kâfirun sûresini okumak çok keyifli aslında.
Ama gençlerimiz ezberlemekte zorlanıyorlar.

Ne diyelim.
Kısmeti olan ezberler.

Kısmeti olan Hüsuf namazını kılar.

Ve hatta Hüsuf vaktini sevdiklerine duyurur da, istifadesi azîm olur.

Küçük bir düzeltme
Efendimizin zamanında üç küsuf olayı vuku bulmuş.
“Küsufu cematle kılmış” , demem lazımdı.

Hz Aişe’nin rivayeti sonuncusuna tekabül ediyor olmalı.

*2 Eylül 620
**21 Nisan 627
***27 Ocak 632

Kapkara Gözler İçimi Aydınlattı

image

Çocukluğumun oyunları; çember çevirmek.
Bu, içi aydınlık, derisi katran karası sevimli yaratık hatırlattı o günleri.
Aynı günler geri gelse bile, ben aynı değilim ki.
Ampullerimden bazıları sönmüş.
Kiminin tevbesi yapılmış, isi pası gitmiş,
kiminin söndüğünün farkında bile değilim.
Katran karası yürek
Katran karası deri

Yürek ne
O önemli

İnsanı Aciz Bırakan Belağat

Kur’an, 1450 yıldır meydan okuyor; Bir mini minnacık örneğimi getirin.
Nedir o?
İşte bir örnek, bir misal.
Şu kısacık Kur’an cümleciğinin her kelimesinin mânâ takviyesi, her işaretinin anlam desteği bulunmakta.
Anlamakta aciziz.
Açıklamak için kullanmamız gereken kelimeler bile derin bir kültürün eseri, neticesidir.
Meselâ:

وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ

Bu cümlede, azabı dehşetli göstermek için en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklili ifade edecek cümlenin bütün heyetleri de bu taklile bakıp ona kuvvet verecek. İşte

لَئِنْ

lafzı, teşkiktir. Şek, kıllete bakar.

مَسَّ

lafzı, azıcık dokunmaktır. Yine kılleti ifade eder.

نَفْحَةٌ

lafzı maddesi, bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delalet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde biricik demektir, kılleti ifade eder.

نَفْحَةٌ

deki tenvin-i tenkirî, taklili içindir ki; o kadar küçük ki, bilinemiyor demektir.

مِنْ

lafzı, teb’iz içindir, bir parça demektir. Kılleti ifade eder.

عَذَابِ

lafzı; nekal, ikaba nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder.

رَبِّكَ

lâfzı, Kahhar, Cebbar, Müntakim’e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor.

   İşte “Bu kadar kılletteki bir parça azab böyle te’sirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur kıyas edebilirsiniz.” diye ifade eder…

Bed Gün Olmaz (mı?)

23 nisan. Neşeli bir gün. İlkokul seviyesinde öğrenciler ne keyiflidir o gün: Tatil.
Ama konumuz o değil.
23 nisanda
Müslümanlar
Sadece Müslümanlardan ibaret cehaletlerinden mütevellit gafiller güruhu büyük bir hevesle Büyükada’ya gitmekteler.
Elleri aldıkları makaranın ipini aşağıda bir yere bağlamaktalar. İp yukarı kadar çekilip yetişirse dileği kabul olurmuş.
Ritüeli mum yakarak tamamlayanlar da mevcut.
İçlerinde bir tane bile hristiyan yok.
Ne acı.
Şirk mi desem
İrtidat mı desem.
İnsancıklarımız hristiyan olup gelmeseler de, yeniden iman tazelemeleri bile gerekebilecek bir gafil iş.
23 nisan
24 eylül
Büyükada
Aya İrini Klisesi.

Niyetim odurki
Ogün oraya gideyim. İnsancıkları bilgilendireyim. O gün oraya yine gitsinler. Yukarıya spor olarak çıksınlar.
Hatta iplerinin boyunu da ölçsünler.
Niyetlerini değiştirmek arzu ediyorum.
Bed bir yolu tıkamaz, zerafetle, rıza-i ilahiyi celb eder mi?
Murâdımız budur.
Tevfik Allah’tandır.

Avizeyiz

İnsan âdeta milyarlarca ampulü olan avize gibi. Tavandaki asılı olduğu kanca Râbb-i Rahim’i ile olan bağı. Kopmaya görsün. Un ufak olur.
İşe yaramaz artık.
Her bir günah bir lambayı patlatır, söndürür. Tövbe ile kalıntısı isi pası yok edilebilir belki.  Ama asla eskisi gibi olamaz.
En büyük ampul, Projektör olanı, Fahr-i Kâinat ile olan bağı.

Söndürme ya Râb!

Ameliyathanede Kussaydı Keşke

Çok kıymetli bir dost hafif kilolu idi.  Bıçak altına yattı. Acı dolu bidolu süreç; “Mideyi aldırdı“. 6 ay sonunda meme kanseri oldu.
Midesi küçüldü; yiyemiyor.
Kanser sebebi ile de çok yemesi lazım.
😦

Roma döneminde kusmukhaneler vardı.  İnsandaki anlık hafızalardan olan tat duygusunu tekrar tekrar yaşamak için yiyip yiyip kusarlardı.

Keşke o dostum da kusaydı kilo takıntısı yüzünden.

İhanetin Belgesi

image

Ne için? Dünyalık.
Geberdin gittin be Suud bin Abdulaziz.
Evladın da hain çıktı;  kendi ırkına, dindaşına.
Şerif Hüseyin.
Kral Abdullah.
Fas kralı Abdullah.
Ürdün kralı Hüseyin.
Fas kralı Şerif Hasan.

Nerde Uceymi, nerde siz?
Nasıl bir kahraman Ahmed es-Sünûsi;  nasıl bir dünyaperest krallar?

Ya Seriul Hisab ( c.c)

40 Pâre

Ne azim bir günahmış  ki Cenab-ı Hak bir ırkın  40 parça olmasını murâd etmesine sebep olmuş.

Affet ya Râb.

Ve “O 40 parça”nın her biri
tevbe etmek ve birleşmek yerine
‘Necib kavm’in eline bakar bakar durur.

Gün, O “menfur” günahı tekrar etmeme,
Birleşme,
Tewbe etme,
Günahlarımızdan farkında olma günüdür.

Evrim Katili Yaratıklar

image

image

image

image

Evet.
Bu iki hayvan,  sebep noktasından bakılınca hayatta kalamayacak varlıklar.
Deniz ineği.  Ot yer. Yosun. Savunması kaçmaktan ibaret.
Tembel Hayvan. Ot yer. Hatta onu bile yemez. Eco’ nun kırmızı çizgisi.  Daha iktisatçı varlık olamaz.
Savunması durmaktan ibaret.
Darwin görmemiş sanırım.
Ne güçlüler, ne çevik.
Acz.
Aczleri, Rahmet-i İlâhîyi celb etmiş.  Varlıklarını devam ettiriyorlar.
Subhânallah.

Bu Başka

image

İbadetlerin iki yönü var. Ahirete bakan ki asıl amaç bu.
Bir de dünyaya bakan tarafı.
Kitap yazılır bu konuda.
İki tarafa da bakan ibadetlerde ihlasın kaçma riski var:
” Vakıa Sûresini hergün okuyan fakirlik görmez.”
Vakıa Sûresi Allah rızası icin okunmalı.  Böyle olursa fakirliğe dokunan cephesini Şânı Yüce Allah nasib ediyor.
Fakirlik için okursan elde ne kalır ben bilemem.

Öğle namazından sonra “sünnet“‘i 2 değil de, 4 kılınırsa, bu dünyaya bakan hedefi hiç olmadığından, tam ihlas 100 de yüz. Meğer ki fahr olmasın.

Şimdiden Allah kabul etsin.

Hadisin arapça metni.
Arapça bilenler katkıda bulunsun.

: مَنْ صَلَّى أَرْبَعًا قَبْلَ الظُّهْرِ، وَأَرْبَعًا بَعْدَهَا لَمْ تَمَسَّهُ النَّارُ

[ رواه النسائي والترمذي ]

Nemrud ve Firavun’un Düşmanları

O’na hiçbirşeyin zorluğu yok.
O yıl doğacak erkek çocuklardan biri tahtını zir ü zeber edecek diye tüm erkekleri öldürmüştü de, Hz Musa’yı kendi eliyle yetiştirmişti.
Çünki O Rahmân.

Bir başkasının sarayını karıncalara yıktırmıştı.
Çünki O Rahim.

Nemrud’un canını, “zahuren”, bir sivrisinek eliyle almıştı.
Çünki O kahhar.

Cumhuriyet tarihimizde müthiş bir istibdat vardı. Hak aşina bir Zât,  okuma yazma bilmeyen çocuklara, o iktidarı yerle bir edecek kitabı elle yazdırdı.
Subhânallah.